
Yeni Zelanda’nın Christchurch şehrinde 15 Mart 2019 tarihinde cuma namazı esnasında iki camiye yönelik 49 Müslüman kardeşimizin katledildiği ve 48i’nin de yaralandığı bir terör saldırısı olayı gerçekleşmişti. Bu saldırı özelde İslam dünyasını genel de bütün dünyayı derinden sarstı. Saldırganın internet üzerinden yayınladığı 70 sayfalık manifestosu ile saldırı anını canlı yayınlaması olayın ciddiyetini gözler önüne sermişti. Zira, karşımızda soğukkanlı, pişkin, kibirli, bağnaz ve iyi tarih bilen cani bir katil vardı. Brenton Tarrant (28) ile görüşen ve duruşmaya Tarrant ile birlikte çıkan eski avukatı Richard Peters ise, “Tarrant’ın aşırı görüşleri dışında zihin sağlığında bir sorun yok gibi görünüyor. Hiçbir pişmanlık belirtisi göstermiyor.” dedi. Olayın arka planında katile destek veren grup veya bireylerin olup olmadığı henüz araştırma halinde iken, olayın planlı ve organizeli olduğu gerçeği ise aşikarlığıyla ortada bulunmaktaydı. Bu yazımızda inanç psikolojisi perspektifinden yararlanarak Batı’daki aktüel düşüncelerden biri olan İslamofobinin, Yeni Zelanda katliamı üzerindeki etkisini psikolojik hatlarına değinerek ele alacağız.
İnanç, bir şeye veya bir düşünceye(din, mit, tabu, yargılar, ideoloji vb.) çok sağlam bir biçimde, içten, gönülden bağlı bulunma, güvenle doğru sayma, inanma durumu olarak sözlüklerde geçmektedir. İnançtan kaynaklanan bir psikoloji sizin eşyaya ve kendinize yönelik tutum ve davranışlarınızda, etkili rol oynayıp kalıcı ve geçici izler bırakmaktadır. Bu durum o kadar ehemmiyetli ki; örneğin bir insanın inanç algısı, o insan için bir melek gibi olma veya bir seri katil gibi davranma psikolojisini kazandırmaktadır. Çünkü inanç, bireye içsel odaklı bir yaklaşım sunar. Bu yaklaşımın niteliği, boyutu, derinliği bireyin davranışlarının değişmesinde önemli bir rol oynamaktadır.
Sözgelimi, psikoloji bilimine göre bir davranışı birçok şekilde değiştirebilirsiniz örneğin klasik koşullama yöntemi ile bir hayvana çeşitli oyunlar öğretebilirsiniz ya da edimsel koşullama yöntemini çocuğunuzu disiplin etmede kullanabilirsiniz, ancak bir kişinin davranışını değiştirmek istiyorsanız o davranış biçimine ait geliştirdiği inanca dair bakış açısını değiştirmek, davranışın değişiminde çok daha kalıcı bir çözüm olacaktır. Örneğin, kişi matematik dersinde başarılı olamayacağına inanıyorsa o derse olan ilgisi yetersiz kalacağından algı, dikkat yönetme ve çaba gösterme gibi psikolojik kökenli becerileri yeterince kullanmaktan kaçınacaktır oysa kişiye özgü farklı yöntem ve motivasyon teknikleri ile kişinin matematik dersinde yapabileceklerine dair inancı geliştirilirse, kişinin performansındaki artış diğer metotlardan daha kalıcı olacaktır çünkü inanç (inanç psikolojisi) içsel bir motivasyondur ve kaynağı dış faktörler değildir. Aynı örneği, kişinin kendisini yetersiz biri olarak değerlendirmesine olan inancını inceleyerek de kullanabiliriz, şayet kişi bir çok konuda başarısız olacağına inanıyorsa onu dış etkenlerle motive etmeye çalışmak oldukça fazla kaynağı süresiz olarak kullanmak zorunluluğu anlamına gelmektedir ki bu neredeyse imkansızdır [2].
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Psikolojisi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Köse inancın, insan psikolojisi üzerindeki etkisi hakkında demeç verdi. Prof. Köse’ye göre inanç, insanoğlunun hayatı anlamlandırmasını sağlayan bir araçtır. “Mesela ahiret inancı kişinin bir işine yarar. Çünkü insanın ölüm korkusunu yenmesini sağlar veya onu iyi işler yapmaya sevk eder. İnançlar ve ibadetler bir değer taşırlar, çünkü insan hayatı için pratik değeri olan işlevsel özellik taşımaktadırlar. James bu konuda şöyle bir örnek verir. Kaplıcaya giden ve kaplıcanın romatizmasına iyi geldiğini düşünen bir kişi için kaplıcanın romatizmaya iyi gelmesi görece bir gerçekliktir. Doktorlar kaplıcanın romatizmaya iyi gelmediğini söyleseler bile, o kişi için bu gerçeklik değişmez. Bu açıdan bakıldığında da inançlar veya ibadetler, hariçten bakanlar için belki anlamsız şeyler olarak görülebilir, ancak onlara inanan müminler için gerçekliktir.”
İnsanların bilinçli veya bilinçsiz olarak yaptıkları eylemlerde de inancın izini görmek mümkündür. Örneğin inancı gereği her daim yalan söylemenin yanlış olduğunu dile getiren bir şahsın, kendi inancının yeryüzünde yayılması adına yalan söylemekten kaçınmaması o şahsın inancını yanlış algılaması veya inancının gereğini yapmamasına bağlanabilirken aynı zamanda şahsın bir inanca mensubiyetin getirdiği bir tarafgirliğin, fanatikliğin bilinçsiz bir şekilde yalan söyleme eylemi ile dışa vurumu ile ilişkilendirilebilir.
İnsan doğası itibariyle, çok boyutlu(ruh, zihin ve bedenin katmanlarına sahip olması bakımından) ve çok yönlü(id, ego, süperego vb. yönelme eğilimi taşıması) bir canlı olduğu için davranışlarının arkasında çeşitli etmenler rol oynamaktadır. Yeni Zelanda katliamında saldırgan eyleminin gerekçesi olarak yayınladığı manifestoda, din ve ırk gibi faktörlere vurguda bulunurken savunduğu fikirleri aşırı tekelci bir şekilde inançsallaştırma( tek hakikatçi) yoluna götürmesi, saldırganın kendi gibi olmayanların yaşam hakkının ihlaline sebep olmuştur.
Peki, Brenton Tarrant’ı bir terör eylemine iten zemin ne idi?
Birçok inançta kendinde olanı sevmek ötekine saygı duymak diyebileceğimiz değerler(empati, hoşgörü, anlayışlı olma vb.) esasken, yeryüzüne baktığımızda bunun tam tersiyle karşılaşırız. İnançlı biri olarak bilinen Brenton Tarrant’ın saldırı yapmasının önemli nedenlerden biri olarak İslamofobi etkisinde kalması düşünülmektedir.
Batı’da 1991 yılında ilk defa kullanılmış olan ve halen günümüzde aktüelliğini yitirmeyen İslamofobi, hem İslam dinini doğru kanallardan tanımamak ve öğrenememekten kaynaklanan bir korku, hem de bu korkuya dayanarak Müslümanlara karşı ayrımcılık ve düşmanlık yapılmasının meşru görülmesi olarak anlaşılmaktadır. İslamofobi, tarihi kökleri olarak uzak geçmişte İspanya’da Endülüs’ün Emeviler tarafından hakimiyeti, Haçlılar’ın İslam dünyası ile özellikle savaşlar ile geliştirdiği ilişkisi etken olmakta iken; yakın zamanda Soğuk Savaşın bitmesiyle ötekinin varlığı üzerinden kendini var etme psikolojisinden kaynaklı olarak yeni bir hayali de olsa düşman figürü oluşturma isteği, 11 Eylül Saldırılarının etkisi ve Huntington’un Medeniyetler Çatışması adlı tezine dayandırılmaktadır.
Yeni Zelanda katliamının görünen yüzünde suçlu olarak bulunan Tarrant’ın, İslamofobi etkisinde kalarak gerçekleştirdiği terör eylemine ilişkin olarak açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, çok ciddi bir sorunla karşı karşıya olunduğuna dikkati çekti. Bu meselenin, sadece zihni, psikolojik sorunları olan ya da ideolojik bir sapıklık içinde bulunan bir kişinin yaptığı hadise olmadığını söyleyen Kalın, şunları kaydetti:

“Bunun arkasında yatan zihniyet dünyasının, bu insanları kimin beslediğinin, kimlerin desteklediğinin, finansal, eğitim, medya anlamında bunları kimin bu noktaya getirdiğinin çok iyi analizinin yapılması gerekir. Bu bir iklim ve muhit meselesidir. Bu iklimi yaratan, bu muhiti besleyen, bu sorunlu ideolojik yaklaşımları ortadan kaldıracak adımların mutlaka atılması lazım. Sadece Batılı ülkeler için değil, İslam ülkelerinin de burada birlik, beraberlik içinde hareket edip dünyanın her yerinde yaşayan Müslüman azınlıklara sahip çıkması gerekir.”
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serhat Ulağlı’ya göre ise Yeni Zelanda’nın dünyada barış ve huzur içinde yaşanabilecek ülkelerin başında geldiğini, bu ülkenin özellikle seçilmiş olmasının dikkat çekici olduğunu vurguladı. Prof. Dr. Ulağlı, “Eylemi gerçekleştiren kişinin Batının dünyaya empoze ettiği İslamofobik mantalite ile davrandığını ve bunu yaparken Batı’nın hayali düşman söylemlerinden etkilendiğini görüyoruz. Hollywood’un, taraflı Batılı basınının ve nefret söylemi ile beslenen bazı Batılı siyasetçilerin dünyaya pazarladığı İslamofobik propaganda bu katliamın sorumlusudur.” ifadelerini kullandı.
Konuyla ilişkin düşüncelerini açıklamaya devam eden Ulağlı, İslam dünyasına bazı hatırlatmalar ile uyarılarda bulunarak mevcut durum ile ilgili neler yapılması gerektiğine ilişkin olarak acil bir eylem planının oluşturulması zaruretine vurgu yaptı.
Charlie Hebdo saldırısı sonrası Batı liderleri bir araya gelerek Uluslararası bir protesto yaparken Yeni Zelanda’da olan olaylara benzer pek çok eylem olmasına rağmen maalesef İslam dünyası bu konuda ortak bir tavır sergilemiş değildir
www.aa.com.tr/tr/turkiye/islamofobi-ile-mucadelede-turkiye-yalniz-birakilmistir/1420880
Sonuç olarak özelde Brenton Tarrant ve genelde insanların, yaşamlarını hem mantık bağlamında sürdüren bir varlık olması hem de dürtüleri, tarafgirliği, mantıkdışı/irrasyonel yönleri, saplantıları, önyargıları, inançları ve egosu yönüyle sürdürmesi yaratılış yönünden doğaldır. Lakin insan aldığı kararların sonucu gerçekleştirdiği eylemlerinden sorumludur. Bir insanın sağlıklı bir zeminde düşüncelerini temellendirmemesi, ötekinin haklarına saygı duymaması onun iç ve dış faktörlerden kolay etkilenip kontrolün dışına çıkarak insanlık için tehdit oluşturan bir virüs kimlik haline gelmesi kaçınılmaz olacaktır.