İSLAM DÜNYASI ÇÖZÜMLEMELERİ
DERS NOTU – 2
İslam dünyasında çoğunluk görüşü ehli sünnet itikadının yanında Vahhabizm ve Şia gibi fikriyat da mevcuttur. Ehli sünnette Hanefilik, Şafiilik, Hanbelilik ve Malikilik olmak üzere 4 amelde mezhep; Matuduriyye ve Eşariyye olmak üzere 2 itikadi mezhep vardır. Ehl-i Sünneti bir arada tutan, bütünleştiren siyasi ve ideolojik olarak toparlayan halifelik makamı vardı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile bu makam “Meclisin şahs-ı maneviyesine mümdemiçtir.” denilerek devredildi.
Şia’nın içerisinde 12 ana mezhep vardır. Aynı zamanda gulat denilen aşırı fırkalar (Gulat-ı Şia) da vardır. Mesela, aşırı Şii mezheplerinden biri Suriye’deki Esed yönetiminin mezhebi olan Nusayriliktir. Şia içerisinde ehli sünnete en yakın olan Zeydiyye mezhebidir; Yemen bölgesinde Husilerin itikadi olarak takip ettiklerini iddia ettikleri mezheptir ancak İmam-ı Azam Ebu Hanefi zamanındaki Zeydiyye ile arasında fark olduğunu belirtmek gerekmektedir. İmam-ı Azam Ebu Hanefi döneminde Zeydiyye esasen siyasî bir kavram olarak ortaya çıkmıştır. Zeyd b. Ali’ye nisbetle oluşan bu siyasî hareket, onun fıkhı görüşlerini taklit etmeyi gerekli görmemektedir. Ancak bu dönemki Zeydiyye mezhebi zamanla fıkhi olarak ortaya çıkan farklı kolları ile bir mezhep halini almıştır. Sonuç olarak Ebu Hanefi dönemi Zeydiyye bir siyasî harketten ibaret iken bugün Zeydiyye fıkhı bir mezhep halini almıştır. Şiilerde imam düşüncesi hakimdir, onların Mehdiyet anlayışına göre son imam, İmam Muhammed Mehdi’dir. Bizim Mehdi anlayışımıza göre farklılığı şudur: Mehdi bir zamanlar aramızda yaşıyordu, daha sonra ortandan kaybolup gaybet haline girdi, ancak daha sonra ortaya çıkacak ve Müslümanları Şia’nın çatısı altında toplayacak. Humeyni, Mehdi ortaya çıkan kadar onun makamına velayet edecek Velayeti Fakih makamını tüm Şiilere liderlik edebilmek için ihdas etti. Bu siyasi teori ile Şia, Hanefi düşünceye en yakın olan Zeydiyye ve Hz. Ali’yi ilahlaştıran Nusayriyi tek bir şemsiye altında tutabiliyor.
Devlet desteği, kaynakları, güçlü ideolojik enstrümanları olan ve bir devrimden beslenen Şia, bu devrimi bugün birçok ülkeye ihraç etmeye çalışıyor. Bunu yaparken kurduğu ötekilik ise ehli sünnet Müslümanları. Müslümanların olduğu coğrafyalar Şianın çarpışma ve rekabet alanı halinde olduğunu görüyoruz. Ancak Şia, yalancı Amerika ve İsrail düşmanlığı ve ortak değerlere atıf ile ehli sünnet dünyaya kendisini açmaya çalışıyor, İslamcı bir dil ile yaklaşıyor ama bir yandan da sürekli olarak çatışma alanlarındaki propagandasını yürütüyor.
Vahhabizm/Neo-Selefizm akımının da yine devlet destekli ve yine mücadele alanı çoğunlukla Ehli Sünnet üzerinde olan bir akım olduğunu görüyoruz. Müslüman ülkelerdeki terörist grupların çoğu Neo-Selefizm-Vahhabizm düşüncesinden beslenmektedir. Vahhabiler kısmen Şiilerle çarpışmaktadır; bu çarpışma alanı ise şu an Yemen’dir. 20. yüzyılın başında siyasi olarak gücü ele geçiren Vahhabizm Osmanlı ile mücadelede İngilizler ile iş birliği yapmakta bir beis görmemişler. Vahhabiler, Ehl-i Sünneti müşrik olarak gördüğü için Yahudilerden ve Hristiyanlardan önce Ehl-i Sünnet ile mücadele edilmesi gerektiğini düşünür. Günümüze baktığımızda aynı sülalenin devamı olan Suudi hanedan için Amerika ve İsrail ile iş birliği yapmakta bir sakınca yoktur.
Ehli Sünnetteki Selefiyye ile bugünkü Neo-Selefilik/Vahhabilik akımını karıştırmamak gerekir. Selefiyye Ashabın ve tebe-i tabiinin mezhebidir. Neo-Selefilik ise siyasi bir harekettir. Maturudiyye ve Eşariyye, Selefiyyenin kurallarını ihtiva etmektedir. Bu mezhepler, yeni yorumlar ile meselelerin daha iyi anlaşılması mümkün kılmıştır, itikadi esasları daha net olarak belirlemektedir. İslam’ın ilk zamanlarında din çoğunlukla Müslümanlara anlatılıyordu, o dönemde Selefiyye vardı ve akaid eksenliydi. Ama daha sonra fetihlerle İslam toprakları genişleyince farklı coğrafyalarda farklı inançlardaki insanlarla ve Yunan felsefesi ile karşılaşınca onlara cevap üretilmesi gerekiyordu ve böylece Maturidiyye ve Eşariyye mezhepleri ortaya çıktı.
Yahudilik ve Hıristiyanlık bugün bir dinden öte bir kültür olmuştur diyebiliriz. İslamiyette ise din kültürden faydalanır ancak kültürün tesiri altında değildir. Diğer dinlerin bu sebeple yayılma alanı darken İslamiyetin geniştir. Bu yüzden İslamiyetin yayılmasını engellemeye çalışılmıştır, araştırmalar yapılmıştır. İlk başlarda oryantalizm ile İslam’ı nasıl tanırız amacı üzerine çalışma yaparken şimdi İslam’ı nasıl ele geçiririz üzerine planlar yapılmaktadır. Bunun için ajanlar yetiştirdiler: Fethullah Gülen, Irak’ta Kesnizani, Pakistan’da Tahir-ul Kadri, Lawrence. Müslüman görünümlüler ama fikir olarak Batı’ya endeksliler ve Müslümanlar arasında fitne çıkarmaya çalışıyorlar. Vahhabi hareketi de bu bağlamda değerlendirilebilir. Osmanlı’dan faydalanamayan o zamanın Arapları ayrılıkçı fikirlerine siyasi olarak bahane bulamıyorlardı çünkü itikatları halifeye bağlılığı gerektiriyordu. Ama kendi kafalarına göre tevil ettikleri İslami delillerle bahane bulduklarında ayrılma altyapısı oluşturdular. Bu fikirler radikalliği oluşturdu. Bugün de milletlerin bir kısmını ılımlaştırırken diğer bir kısmını radikalleştiriyorlar. Komşuyu komşuya bağlayan bu dinin mensuplarının kardeşlik bağı, birini radikalleştirip diğerini ılımlaştırarak koparılıyor. Kendilerinin öldüremediği Müslümanları radikal-ılımlı çatışmasıyla öldürmüş oluyorlar. Böylece biz Batı’yı değil, komşumuzu düşman görmüş oluyoruz. Sonuçta Batı bir taşla iki kuş vurmuş oluyor: Hem kendisine fiili düşmanlık beslenilmesinin önüne geçiyor hem de düşmanlarının azalmasını sağlıyor. Bu noktada Türkiye kucaklayıcı bir yapıda olması ve radikalliği benimsememesiyle tam ortada duruyor. Bu sebeple diğer İslam ülkelerindeki çatışmaların olmamasıyla bütün ümmetin de umudu haline geliyor. Bu umudu da ülke olarak iyi bir şekilde değerlendirmemiz icap ediyor.
Önceki Ders Notu: Dini Kavramlardan İdeolojiye
Sonraki Ders Notu: Reformasyon – Gelenekselcilik Geriliminin Arka Planı