Günümüzde pek çok genç, Arapların I. Cihan Harbi sırasında Osmanlı’ya ihanet ettiğini düşünmektedir. Fakat bu iddia ittihad-ı İslam fikrine mâni olabilmek gâyesiyle ortaya atılmış tehlikeli bir yalandan ibarettir. Araplardan ihanet edenler olmuştur lakin bunların sayıları ise pek azdır. Arapların Osmanlı safında savaşmasına rağmen, ‘Araplar bize ihanet etti’ yaygarası koparmak büyük vicdansızlık, hatta nankörlüktür.
Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in Arabistan’a arkeolog sıfatıyla gelmiş meşhur İngiliz casusu Thomas Edward Lawrence’ın çeşitli kışkırtmalarıyla, 1916’da bazı Arap bedevilerini ayaklandırmak suretiyle Osmanlı’ya isyan ettiği doğrudur. Fakat bu meselede birinci ağızdan bir kaynak olan Fahreddin Paşa komutasındaki Hicaz Kuvve-yi Seferiyesi İstihbarat Zabiti Naci Kıcıman’ın kendi kaleme aldığı, vefatından sonra basılan hatıratındaki beyanıyla; Şerif Hüseyin’in bir Osmanlı askerini öldürdüğü vaki değildir, sadece Hicaz demir yolunu tahrip ederek Filistin’deki Osmanlı kuvvetleri ile Hicaz kuvvetlerinin ulaşımını sekteye uğratmıştır. Üstelik yine Naci Kıcıman’ın beyanıyla Şerif Hüseyin Medine’yi teslim almaya geldiği vakit emrinde sadece 350 kişi mevcut idi. Üstelik bunlar da öyle derme çatma insanlardı ki, Şerif Hüseyin Türk kumandanlarından silah depolarının kapısında bir müddet daha Türk askerlerinin nöbet tutmalarını rica etmiş, bu silahların kendi adamları tarafından yağmalanmasından korktuğunu açıkça ifade etmiştir. [1]
Bu demektir ki Ceziretü’l-Arab’a (Arap Yarımadasına) oluk oluk akan İngiliz altınları, Osmanlı’ya karşı silah kullanabilecek 350 adam bulunmasını temin edebilmiştir. Bu 350 kişi sebebiyle Osmanlı’ya sadık Araplara hain damgası vurmak nankörlük değil de nedir? Üstelik aynı çarpışmalarda Türk ordusu tarafında yer alan Araplar bu sayıdan katbekat fazla idi. Hem de bu kişiler Şerif Hüseyin’in sokaktan topladığı adamlar gibi değillerdi.
Şunu da hatırlatmak lazımdır ki, bu ihanetin zeminini hazırlayan güruh Yahudi güdümlü İttihat ve Terakki‘dir. Sultan Abdülhamid Han, ileri gelen Arap liderlerinin çocuklarını Enderun denilen Saray Mektebinde okutur, Osmanlı terbiyesi ile yetiştirir ve böylece onları devlete bağlama gayesi güderdi. Şerif Hüseyin’i devamlı bir surette İstanbul’da tutar, mezuniyetle dahi Arabistan’a göndermezdi. Çünkü onun İngilizler tarafından belli bir maksada meylettirildiğini çok iyi biliyordu. Bu gerçekten gafil olan İttihatçılar Şerif Hüseyin’in Hicaz’a gitmesine göz yummuşlardı. İttihatçılar, bununla yetinmedi 400 senedir devlet kurumlarına meramını Arapça anlatan ve tek kelime Türkçe bilmeyen Arap halkına, sadece Türkçe bilen memurlar tayin etmek suretiyle, Türkçe konuşmak mecburiyeti yükledi [2,3,4,5]. İşte İttihatçıların bu ve bunun gibi saçmalıklar dolu idaresi mezkûr isyana açıkça zemin hazırlamıştır.
Yukarıda bahsettiğimiz gibi Arap halkının neredeyse cümlesi Osmanlı saflarında yiğitçe cenk etmiştir. Birkaç misal: Arabistan’ın en büyük aşireti olan Şammar Aşireti, reisleri İbnü Reşid idaresinde Osmanlı sancağı ile hem İngilizlere hem Şerif Hüseyin’e karşı yiğitçe mücadele etmiştir. Yine Osmanlı Ordusu Irak’tan çekildiği sırada Mentefek (Arap yarımadası ile Irak arasındaki bölge) Aşireti reisi Uceymi Sâdun Paşa, Şeyh Mahmud ile birlikte Osmanlı sancağı altında İngilizlerle yiğitçe savaşmıştır. İngilizler Irak bölgesine tamamen hâkim olunca, Uceymi Sâdun Paşa kendi birliğiyle Millî Mücadele’de Yunan’a karşı da savaşmıştır. Şeyh Mahmud ise İngilizlere esir düşmüştür. Yine Libya’yı İtalyanlara karşı müdafaa eden Şerif Ahmed es-Sünûsî Arap değil miydi? [6]
Arap Âlemindeki itaatsizlik sadece bir aileye, yani Şerif Hüseyin’e münhasır olduğu halde o ihaneti bütün Arap Âlemine yamamaya çalışanlar bunu kasıtlı yapmaktadırlar. Bu kişiler İslâm kardeşliğinin düşmanıdırlar.
Arapların ekserisinin I.Cihan Harbi sırasında Osmanlı Devletine fiilen ettikleri yardımlar yalnız bizim kaynaklarımızda değil yabancı kaynaklarda da açıkça işlenmiştir.
American-Israeli Cooperative Enterprise (Amerikan-İsrail İş Birliği Girişimi) adlı düşünce kuruluşunun başkanı, Ortadoğu analisti Mitchell G. Bard tarafından da, söz konusu kuruluşun sitesinde bu mesele hakkında şöyle demektedir:
O dönemin romantik kurgusunun aksine, Arapların çoğu I.Dünya Savaşı’nda Türklere karşı müttefiklerin yanında savaşmadılar. İngiliz Başbakanı David Lloyd George’un belirttiği gibi, Arapların çoğu, Türk yöneticileri için savaştı. Faysal’ın Arabistan’daki taraftarları, bir istisnaydı. Araplar’ın topluca ihanet etmesi bir yana, bazıları Osmanlı ordularını fiilen desteklemiştir de.[7]
Yemen’deki Araplar ile ilgili Prof. Dr. Metin Ayışığı Osmanlı’nın Son Vilayeti: Yemen isimli makalesinde şöyle demektedir:
30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 16. Maddesine göre, Yemen ve Asir’deki Osmanlı kuvvetlerinin en yakın Itilaf devletleri garnizonlarına teslim olmaları gerekiyordu. Yemen Valisi Mahmud Nedim Bey ise, merkezi hükümetten resmen emir almadıkça Itilaf ordularına teslim olmaktan kaçınıyordu. Aynı görüşü paylaşan Imam Yahya da, Istanbul’dan özel bir memurun gönderilmesini şart koşuyordu. Bunun için Mütareke hükümlerini kendilerine bildirmek üzere yüzbaşı Ömer Subhi Bey gönderildi. Ancak Subhi Bey’in de gelmesi durumu değiştirmemiş, Mahmud Nedim Bey, zaman kazanmak için olsa gerek, bu kere Dahiliye Nezaretinden kesin bir emir gelmedikçe teslim olmayacağını ilgili makamlara bildirdi.
Yemen İmamı Yahya bin Hamideddin de, Yemen’in İtilaf Devletleri tarafından işgaline razı olmadığı gibi, Osmanlı birliklerinin kesinlikle teslim olmasını istemiyordu. Birinci Dünya Savaşı sırasında gerek hükümet ve gerekse ordu nezdinde, siyaseten ve maddeten çok büyük yardımlarda bulunmuştu. Bu süre içinde hiç bir yabancı devlet veya Osmanlı Devleti’ne düşman bir devletle münasebete geçmedi. İmam Yahya, yabancılar tarafından yapılan her türlü teklifi reddetti. [8]
Mustafa Kemal, TBMM’nin bir celsesinde, Suriyeli Arapların Türkiye’ye iltihak etmek için kayıtsız ve şartsız olarak resmi talepte bulunduklarını şu şekilde aktarıyor:
(Suriyelilerin) bir kısmı kendi dahillerinde müstakil olmak fakat yine bir suretle bir şekilde Camiai Osmaniye dahilinde bulunmak cihetini düşündüler. Bittabi makamı muallâyi hilâfete karşı olan merbutiyetleri cümlemiz gibi bütün ehli iman için bir vazifei mukaddese idi. Diğer bir kısmı daha ileriye gittiler. Bize hiç bir şekil ve surette istiklâlin lüzumu yoktur, biz halifemiz ve padişahımıza merbut olarak Camiai Osmaniye dahilinde bulunacağız, dediler (…) Binnetice Emir Faysal dahi hususî murahhaslarını bizimle temasa getirdi. Resmî temasla bu müracaatın bizce telâkki edilen nikati izah etmek isterim. Her halde Suriyeliler her hangi bir devleti ecnebiye ile münasebetinin kendileri için binnetice esaret olacağına kani oldular. Bundan (dolayı bize teveccüh ettiler.)[9]
Osmanlı ordusuna tıbbi yardım malzemeleri yetiştiren Mısır gemileri Ay yıldızlı Osmanlı sancakları altında İtalyanlara karşı savaşan Libyalı Araplar Araplar Filistin’de Osmanlı tuğrası ve ay yıldızlı sancaklar altında Türklerle omuz omuza
Kaynaklar
[1] Naci Kâşif Kıcıman, Medine Müdafaası, İstanbul, 1971, s. 473 vd
[2] Alexander Schölch (1991), “Der arabische Osten im neunzehnten Jahrhundert, 1800-1914”, Ulrich Haarman (Ed.), Geschichte der arabischen Welt, Verlag C. H. Beck, München, sayfa 426-427
[3] Şerif Abdullah-Müzekkirâtî, Kudüs, 1945
[4] Bernard Lewis (1968), The Arabs in History, [Tarihte Araplar, İstanbul: Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1979], Hutchinson and Co. Ltd., London, sayfa 174
[5] Ömer Kürkçüoğlu (1982), Osmanlı Devleti’ne Karşı Arap Bağımsızlık Hareketi, 1908-1918, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, sayfa 16
[6] Filistin Meselesinin Düşündürdükleri, 2010, İstanbul.
[7] Myths & Facts: Israel’s Roots (Chapter 1)
[8] Osmanlı’nın Son Vilayeti: Yemen
[9] T.BM.M. Gizli Celse Zabıtları, Devre: 1, Içtima: 1, 24 Nisan 1336 (1920), 2 nci in’ikat – 4 ncü celse, sayfa 2-3
3, 4, 5 ve 6 numaralı referanslar belgelerlegercektarih.com sitesinde belirtilmiştir.