Tarihten Günümüze Yahudi Desiseleri 1.Bölüm

1.Bölüm: Roma ve Orta Çağ Dönemi

Yahudilik esas Museviliğin aşırı derecede tahrifatı sonucu tevellüt etmiştir. Bilinen ilk Tevrat Hz.Musa’ dan (a.s) 700 sene sonraya aittir, bu da tahrifatın Hıristiyanlığın tahrifatından daha ciddi derecede olduğunu gözler önüne sermektedir. Hatta bu tahrifat o kadar ileri gitmiştir ki bazı meseleleri burada anmaktan hicap ederiz. Fakat merak edenler bu meselelere bir misal teşkil eden “Yahudilikte gohim inancı” mevzuuna bakabilirler.

Yahudilerin asırlardan bu yana tertip ettikleri çeşitli şerir desiseyi anlamak için Yahudi tarihine kısaca değinmek lazım geliyor.

Yahudilerin tarihi, batıda Nil nehri ile doğuda Dicle ve Fırat nehirleri arasında kalan Fertile Crescent – Verimli Hilal adı verilen bölgede başlar [1]. Yahudiler Roma Devleti’nin boyunduruğu altına girdikten sonra çeşitli özerk devletler şeklinde (isyana kalkışmadıkları sürece) özgürce yaşadılar, bu durum M.S. 3. yüzyıla kadar devam etti. Roma İmparatorluğu İmparator Konstantin vasıtası ile Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra Yahudiler ‘Hz. İsa’yı katletmek’(!) gerekçesi ile Roma topraklarından çıkarıldılar. Bu olaydan sonra Yahudiler dünyanın dört bir tarafına dağıldılar fakat ekseriyetle günümüz İspanya ve Rusya topraklarında yoğunlaştılar. Zamanla Hıristiyanlığın o bölgede de yaygınlaşmasıyla Hıristiyan halk tarafından tanınmamak için küçük köylerden büyük şehirlere taşınmak zorunda kaldılar. Yahudilerin askeriyede, devlet kurumlarında görev almaları yasaktı, hatta ticaret ile uğraşmalarına bile izin verilmiyordu. Bu sebeple geçimleri için eskicilik ile meşgul oldular, tahsil görme imkanı olan Yahudiler ise tahsil görüyordu. Bu durum Yahudilerin bu iki alanda uzmanlaşmalarına sebep oldu. Eskicilik yapan Yahudiler zamanla antikacılığa ve daha sonra sarraflığa imkân buldu ve zenginleştiler. Ayrıca dayatmalar sonucu farklı devletlere göç eden, daha sonra zenginleşen ve birbirleri ile iletişimi koparmayan Yahudi akrabalar, ilerleyen zamanda beynelmilel (uluslararası) bir Yahudi ticaret gücü oluşturacaktı. Yani Yahudilerin zenginliği onların ticari dehalarından değil, tarihin seyri içindeki dayatmaların beklenmedik bir vesilesi sonucudur. Tahsil gören Yahudiler ise felsefe alanında yoğunlaştılar çünkü tahsil neticesinde edinilen her meslek onlar için yasaktı, fakat felsefe orta çağ Avrupası için son derece önemsizdi bu sebeple Yahudiler ancak bu alanda etkinlik gösterdiler. Tabii ilerleyen zamanda felsefe alanında uzmanlaşan Karl Marx ve Moses Hess gibi Yahudi filozoflar insanlığı ifsad eden fikir akımları çıkararak milyonlarca insanın katline sebep oldular; sosyalizm, komünizm, faşizm, kapitalizm hatta ateizm gibi insanlığın ifsadına çalışan akımlar bu meselenin basit örnekleridir [2]. 

Hıristiyanların, hatta tüm dünyanın Yahudileri sevmemesinin tek sebebi dini ideolojiler değildi. Yahudiler, tahrif edilmiş Tevrat inancına göre kendilerini arzın sahibi olarak görüyorlardı ve yine inançlarına göre onların bu hakları diğer köle milletlerce gasp edilmişti. Bu sebeple amaçlarını gerçekleştirmek uğruna bulundukları her bölgede kendilerini fitne ve fesad tohumu saçmaya muvazzaf görüyorlardı. Bu fitne ve fesad neticesinde ellerine az bir güç geçse hemen zulüm yolunu seçerlerdi. Ne de olsa onlara göre tüm insanlık Yahudilerin kölesiydi(!).  Müslüman bir alim “Dünya milletleri bir vücud-u insan olsa, bu vücudun nefs-i emmaresi Yahudiler olurdu.” demiş, ne de güzel söylemiş.

Bu fitneci topluluktan Müslümanların nasibini alması çok uzun sürmedi. 659 yılında şeklen Müslümanlığı kabul eden Yemenli Yahudi bir kadının oğlu Abdullah ibn-i Sebe, Müslüman olduğu tarihten itibaren İslamiyet’i tam öğrenememiş bir kısım saf ve cahil kimseler arasında bazı sapık fikirleri yaymaya başladı [3]. Abdullah ibn-i Sebe’nin bu faaliyetlerinin anlaşılması çok uzun sürmedi, bu sebeple Hicaz’dan Basra’ya, Basra’dan Kufe’ye ve oradan da Mısır’a sürüldü. Mısır bölgesinde sapık fikirlerini yayacak uygun bir ortam buldu. İbn-i Sebe’nin ortaya attığı sapık fikirler evvelce siyasi gibi görülse de esasen Ehl-i Sünnet itikadını hedef almaktaydı [4]. Bu fitne zamanla büyüdü, Müslümanlığı kabul etmemiş diğer Yahudiler, münafıklar bu fitneye dahil oldu. Hz. Ömer’in (r.a.) İran topraklarını fethiyle Pers milletinin pek çoğu Müslüman olmuştu. Lakin Perslerden bazıları fazla vergi vermemek amacıyla Müslüman olmuşlardı yani münafıklardı ve Müslümanlığa aşırı bir kin besliyorlardı. İşte bu fitnenin esas sancaktarları da o münafık Persler olacaktı. 

İbn-i Sebe ve avanesi İslam aleminde pek çok, ağır fitneye sebep oldular hatta Hz. Osman (r.a) ve Hz.Ali (r.a)’ın şehadetinden, cemel vakasından, bu vakanın savaşla sonuçlanmasından dahi bu avane sorumludur. Şöyle ki Hz.Ali (r.a) ve Hz.Aişe (r.a) validemiz tarafları arasında tam mutabakat sağlanacakken İbn-i Sebe ve adamları gizlice Hz.Aişe (r.a) validemiz tarafına sızıp oradan Hz.Ali (r.a)’ın tarafına saldırdı, bu şekilde kimse ne olduğunu anlamadan savaş başlamış oldu, iki taraf da bir ihanetin mevzu bahis olduğunu zannetti [5]. 

Neticede İbn-i Sebe’nin bu sapık fikirleri mezhepleşti, bu batıl mezhebe mensub olanlar kendilerine Şia dedi.  Kısacası bugün bildiğimiz Şia mezhebi İbn-i Sebe’nin sapık fikirleri üzerine kurulmuş bir batıl mezheptir. Zaten Şia mezhebinin itikadi kitapları ve tarihi bunu ayan beyan ortaya koymaktadır.* Yahudiler bu desiseleri ile Müslümanlar arasında o zamandan bu zamana hâlâ devam eden bir fitne çıkarmış oldular.

* Ayrıntılı bilgi için bakınız: dogruinanc.weebly.com


Kaynakça

[1] projetaladin.org/bir Müslüman’ın Yahudilik Rehberi/Yahudi Tarihi

[2] Filistin Dramının Düşündürdükleri/Sebil Yayın Evi

[3] Taberî, Tarih, c,1, sh: 2942.

[4] K. Mısıroğlu, Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri, 1.Cild sh:25 vd.

[5] M. Hamidullah, İslam Müesseselerine Giriş, sh:135

Abdussamed Ayyıldız
Bilgisayar Mühendisliği Lisans Talebesi - Üsküdar Üniversitesi