İSLAM DÜNYASI ÇÖZÜMLEMELERİ
DERS NOTU – 3
Peygamberimiz Efendimizin (s.a.v) vefatıyla ve 4 Halife Döneminin sona ermesiyle İslam’da ihtilaflar başladı. Hz. Ali (r.a) yaşarken onun halifeliğini kabul etmeyenlerin bu ayrılıkta büyük pay var. Bu olay sonrası batıl Hariciler ve Şia denilen grup oluştu. Daha sonra ise Ehl-i Sünnet ana şemsiyesi meydana geldi. İslam Çin seddinden Fransa’nın Pirene Dağlarına kadar yayıldı. Bu dünyada görülmemiş bir fetih hareketiydi. Müslümanlar tarihin en köklü imparatorluklarından bir tanesi olan Sasanileri ortadan kaldırdılar. Bizans’ın önemli bir bölümünü fethettiler. Önemli bilim, kültür ve ticaret merkezlerini ele geçirdiler. Bundan dolayı bilimde, sanatta, ticarette ve ekonomik anlamda ciddi bir gelişim gösterdiler. Özellikle kültürel ve bilimsel gelişmelere paralel olarak da özel bir özgüven meydana geldi. Çok büyük felaketler olmuş: Haçlı orduları gelmiş, Moğol istilası olmuş ve Bağdat, İskenderiye kütüphaneleri yakılmış yıkılmış. Ancak sonraki süreçte tekrar ayağa kalkmış bir İslam alemi görüyoruz Aslında bunu yakın zamanda Batı için de söylemek mümkün: İkinci Dünya Savaşı’nda yaşadığını daha öncesinde 1. Dünya Savaşı’nda yaşamıştı. Kendi iç savaşları da bundan önceki yüzyıllarda yaşanmıştı. Müslümanlar o özgüven neticesinde, bilimin sanatın yönlendirdiği bu güç sayesinde yeniden toparlandılar. Henüz yeni yeni o özgüveni fark etmeye başladılar günümüzde.
Gelenekçilik-reformculuk tartışmaları bugün biraz daha hafiflemiş durumda; geçmiş yıllarda çok daha fazla toplumun içerisindeydi, çok daha güncel bir tartışma idi. Tabii bu tartışmalar da krizlere paralel olarak gerçekleşen hadiseler ancak günümüzde bu hususta biraz daha normalleşmeye gidiyoruz diye ümit edebiliriz. İslam dünyasındaki o reformizm-gelenekçilik tartışmasına girmeden önce kısaca Batı’nın bu tecrübesini ele almak gerekiyor çünkü bizde bu tartışmayı başlatanlar bir yönüyle Batı’daki geçmiş hareketlere öykünerek fikir üretmeye çalıştılar.
Hıristiyanlıkta Sorgulamalar
Papaz Thomas Müntzer, Avrupa’daki ilk reform hareketini başlatmıştı. 1400’lü yılların sonunda doğup 15. yüzyılın başlarında da ölen Müntzer, ateşli bir vaiz; kilisenin ve papazların Allah ve insan arasına giremeyeceğini söylüyor ve büyük bir tepki çekiyor. Katolik kilisesinin baskısına rağmen yılmıyor ve propagandasını devam ettiriyor ancak projesini gerçekleştiremeden hayatını kaybediyor. Onun mirasını devralan Martin Luther kilisenin duvarına kendi esaslarını, yani Protestanlığın esaslarını yapıştırıyor ve böylelikle de Protestanlık diye bir mezhep çıkıyor. Tabii burada Hristiyanlıktaki mezhep denildiğinde bizdeki mezhepler anlaşılmaması gerekiyor. Ehl-i Sünnet itikadının ihtiva ettiği mezheplerde insanlar birbirini tekfir etmez ve inanç esaslarında farklılıklar yoktur. Hıristiyanlıkta ise her mezhep bir dindir ve Martin Luther’in kiliseleri ayırması ile birlikte Katolikler ve Protestanlar birbirlerini tekfir ederler, birbirlerini Hristiyan olarak görmezler, sapkın bir yapı olarak görürler. İslam dünyasında Şiilerin ve Vahhabilerin içerisinde kendileri düşüncesi dışındakileri tekfir edenler vardır ama bunu resmi olarak yapmazlar. Aksi halde hukuki zorunluluklar ortaya çıkardı. Ayrıca Ehl-i Sünnet müctehidlerinin içtihatlarının tümü doğru kabul edilir, bir rekabet mevzu bahis değildir. Hıristiyanlıktaki mezhepler ise bu durumdan oldukça uzaktır.
Avrupa’nın Protestanlıktaki “Allah’la kul arasına kimse giremez.” düşüncesini Osmanlı’dan öğrenilmiş olduğunu iddia edebiliriz. Müslümanlar Şarlken döneminde Kanuni’nin orduları Münih içlerine ne kadar giriyor ancak Avrupa’nın en kudretli ordularından birini kuran Şarlken bile Kanuni ile karşılaşmaya çekiniyor. Ezilmiş bir coğrafya olan Avrupa açısından konuşursak karşılarında bir tehlike, tehdit ve büyük bir güç var. Bu ezikliği aşmak için başvurdukları ilk nokta teoloji oluyor. Yani kendi inanç sistemlerine yönelik bir eleştiri geliştirmeye başlıyorlar. Doğu’nun, Türklerin bu kadar gelişmiş olması, sanatta bu kadar ileri olması nasıl mümkün olmuş, biz bu seviye nasıl ulaşabiliriz diye düşünüyorlar ve diyorlar ki, Allah’la kul arasına kimse girmemeli. Katolik kilisesi veya herhangi bir din grubu insanlar üzerinde bu denli hakim olmamalı, insanlar özgür olmalı. Rönesanstan da alınan birikim ile bu düşünce hayata daha aktif olarak geçiliyor. Tabii ki çok sancılı bir süreç. Fransa’da Kalvinizm, İngiltere’de Anglikan Kilisesi etkili, Almanya zaten Protestanlığın çok güçlü olduğu bir ülke. İtalya ve İspanya Katoliklikte kalmakta diretiyorlar. Ardından Avrupa’da büyük savaşlar çıkıyor, binlerce insan hayatını kaybediyor. Şu anda İslam dünyasının benzer koşullar altında olduğunu söylememiz mümkün. Yani özgüvenini kaybetmiş, bilimde ve sanatta geri kalmış bir İslam dünyası var.
İslam Dünyasında Sorgulamalar
Aslında bu süreç Müslümanlık için olağan bir süreç. Allah’ın takdir ettiği zaman diliminde biz de tekrar tarih sahnesindeki yerimizi alacağız. İbn Haldun’un Mukaddimesinde geçtiği üzere devletler toplumlar doğuyorlar, büyüyorlar, daha sonra yaşlanıp ölüyorlar. Bunu şu an Batı da yaşıyor. Hatta şu an yaşlılığın ileri boyutlarındalar diyebiliriz. Belki biz öyle görmek istiyoruz ama Batı’da bir çöküşün olduğunu söylemek mümkün.
Osmanlı’nın mağlubiyetler alması ve yavaş yavaş gerilemesiyle birlikte sorgulamalar başlıyor. Koçi Bey, Risalesinde bu süreç nasıl önlenir konusu üzerine eğiliyor. Batı, Rönesansla birlikte dönmek istediği o Yunan düşüncesine Müslümanlar üzerinden erişme imkanı buluyor. Endülüs Emevi Devleti üzerinden İbn Rüşd’ün, İbn Sina’nın, Aristo’nun, Eflatun’un ve yeni Eflatunculuk düşüncelerinin Batı’ya taşınması ile birlikte orada entelektüel hareketlilik başlıyor. Orta Çağ sonrası Avrupa’da entelektüel anlamda iki ayrı ekol olarak İbn Rüşd’ün ve Gazali’nin ciddi etkileri olmuştur. Yani biz o dönemde Avrupa’yı etkilemeye hala devam ediyoruz fakat gerilemeler sürdükçe sorgulamalar daha da cüretkar oluyor: Allah’la olan bağımızda bir sorun mu var, nasıl bir anlayış geliştiririz de yeniden yükselme durumumuz olur? Hatta Cumhuriyet döneminde din değiştirmeyi teklif edenler bile var: 1924’te kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanununu hazırlayan komisyonda olan Mahmut Esat Bozkurt İslam’ın ilerlemeye mani olduğunu ve Hıristiyanlığa geçmemizi teklif etmiştir [1].
Muhammed Abduh yazmış olduğu Tefsiru’l-Menar adlı kitabıyla yeni bakış açıları geliştiriyor: O dönemin pozitivist bilim anlayışına uygun bir tefsir yazıyor. Örnek olarak verecek olursak, cinlerin bakteri olduğunu ve onların beyni etkileyerek çeşitli görüntüler oluşturduğunu söylüyor. Bir şekilde her şeye bir bilimsel bakış açısı getirmeye çalışıyor. Bu da İslam dünyası içerisinde bir yankı buluyor. Hatta o döneme dikkat edersek Said Nursi’nin Risale-i Nur eserinde de bilimsel açıklama ihtiyacı ön plandadır. Yine o dönemde Mehmet Akif, “İslam’ı çağın idrakına sunmalı.” diyor. Bu söylemler modern bir İslam tabirini gündeme getiriyor, bir reform oluşturma durumu söz konusu ediliyor. Said Nursi günümüzdeki en büyük problemin dinsizlik, iman problemi olduğunu söyler çünkü o dönemin pozitivist anlayışı çok güçlü bir ideoloji olarak önüne çıkan her düşünceyi, birikimi, inancı yakıp yıkıyor.
Roger Garaudy Hristiyan gelenekçisi bir isimdir, Hristiyan geleneğinin yeniden canlanabilmesi için Hinduizm geleneğinden medet ummuştur.Hristiyanlıktaki teslis anlayışı ile Hinduizm’deki trimurti anlayışı birbirine benzemektedir. Garaudy Hristiyanlık dinini Hinduizm üzerinden tekrar inşa etmek istiyor fakat onun bu düşünce serüveni içerisinde Müslüman olduğunu görüyoruz. Kendisi daha sonra hakiki din geleneğinin İslam olduğunu ve İslam geleneği ile dünyanın tekrar inşa edilmesi gerektiğini söylemiştir. Dinden uzaklaştıkça müreffeh bir hayat süreceğini düşünen Batı, aslında dinden uzaklaşmanın savaş, katliam ve zulüm gibi vahim sonuçlar doğurduğunu açıkça gördü. Bu duruma şahit olan Batılı aydınlar yeniden bir gelenekçi akımın kendilerini kurtarabileceğini düşündüler. Garaudy gibi pek çok aydın ise İslamiyet’i tercih ederek kurtuluşu onda buldu.
Bizim coğrafyamızda ise İslam dininin -hâşâ- yeniden güncellenmesi gerektiğini söyleyen tarihselciler olmuştur. Bu batıl görüş Kur’an-ı belli bir asra hapsetmek ahmaklığında bulunmaktadır.
Halbuki Kur’an her asır için sönmez ve söndürülemez bir nurdur. Kur’ân her asırda tekrar nazil oluyor gibi tazeliğini, gençliğini muhafaza ediyor. Evet, Kur’ân, ezeli bir hutbe olarak tüm asırlardaki bütün insanlığa birden hitap eder. Hatta, fikirleri farklı ve kabiliyetleri zıt asırlardan her asra göre, sanki o asra mahsus gibi bakar, baktırır ve ders verir.*
*Sadeleştirme yapılmıştır.
Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, sf. 559
Çoğulcular – Kapsayıcılar – Dışlayıcılar
Coğrafyamızdaki gelenekselci ve reformist anlayışları şu üç grupta değerlendirebiliriz:
Çoğulcular: Yahudilik, Hıristiyanlık ve diğer din gruplarını yeniden tanımlayarak cennet – cehennem hususunda kurtuluşlarına kapı aralamak suretiyle, onların da cennete girebileceğini söyleyen modernist bir düşüncedir. Yani dinler arası diyalog düşüncesidir. Tabi ki bu düşünce İslâm inancı bakımından tamamen batıldır. İslam dini, hak olan tek dindir. İslâm’ın iman esaslarının hepsine tamamen iman etmeyen bir kişi kesinlikle cennete giremez.
Kapsayıcılar: Kendi dinini tek hak din kabul eder. Fakat diğer dinlere de saygı duyulması gerektiğini savunur. Ortak sorunlara karşı beraberce bir çözüm önerisi geliştirilebileceğini öngörür.
Dışlayıcılar: Kendi dinlerine inanmayanlara karşı tamamen dışlayıcı bir tutum sergilerler.
Yahudilikte Sorgulamalar
Yahudiler de özellikle Babil sürgünü döneminde ve Romalıların kendilerine zulmettiği dönemlerde bir gelenek krizine girmişlerdir. Pavlus, Yahudi meclisinde kıdemli bir din adamıydı. Fakat bir vakit sonra Hristiyanlığı kabul etmek suretiyle kendini ilah ilan ediyor ve bu yozlaşmış, bozulmuş Hristiyan inancını Roma İmparatorluğunda yaymaya başlıyor. Neticede Roma’da pek çok karışıklık vuku buluyor.
Yahudilikte kast sistemi mevcut, bu sistem günümüzde hala devam etmekte, özellikle Kochen ve Levi kabileleri Yahudilikte başı çekmektedir. Yine mutaassıp ve Anti-Siyonist Yahudi gruplar da bulunmaktadır.
Zaman içerisinde bir araya gelmeleri mümkün gözükmeyen Yahudi ve Hristiyanlar çıkarları uğruna ortak bir amaç bularak ittifak ettiler. Bu ortak amaç Mesih inancıydı. Evanjelizm bu ortaklığın fikir sahasındaki adı oldu. Bu ortaklığın en büyük amacı dünyayı kaosa boğmaktır.
[1] Kazım Karabekir, Yeni İstanbul Gazetesi, 1970Önceki Ders Notu: İslam Dünyasında Mezhepler
Sonraki Ders Notu: Günümüzde İslam Dünyası